Egemen Bağış’tan HTİB’e mektup
Sayın Mustafa Ayrancı,
Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği Genel Başkanı
Avrupa Birliği (AB) Konseyinin 21 Haziran 2012 tarihli Sonuç Kararlarıyla başlatılan Türk vatandaşlarına yönelik vize muafiyeti süreci konusunda Türkiye-AB ortaklık hukukundan kaynaklanan bazı haklarımızın zedeleneceği veya müzakere konusu yapılacağı endişelerinizi içeren mektubunuzu aldım.
Öncelikle konuya gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkürlerimi sunarım.
Vize uygulaması konusunda ortaklık hukukundan kaynaklanan haklarımız bulunduğu açıktır. Ancak, kazanılan davalara rağmen bugün için vatandaşlarımız AB ülkelerine girerken vize almak zorundadırlar. Belli üye devletlerin, belli kategorilere yönelik tedbirlerle bu yargı kararlarını bireysel biçimde uygulamaları ya da uygular gibi yapmaları vatandaşımızın vize çilesini maalesef sona erdirmemektedir. Bizim amacımız, yukarıda belirtilen hususlara rağmen halen devam eden “vize işkencesinden” vatandaşlarımızı kurtarmaktır.
Uluslararası alanda hukuken haklı olmanın her zaman sonuç almaya yetmediği, ekonomik, siyasi ve diplomatik açıdan güçlü olmanın da gerektiği bir gerçektir. Türkiye son on yılda attığı adımlarla, her alanda artmaya devam eden gücü ve ağırlığıyla, bu konuda hakkını alabilmek için AB’yi ilk defa açık ve net biçimde adım atmaya ve taahhütte bulunmaya zorlamıştır.
Mevcut vize muafiyeti sürecinde Türkiye-AB ortaklık hukukundan kaynaklanan bazı haklarımızın zedeleneceği veya müzakere konusu yapılacağı endişesi bulunduğunu gözlemlediğim için, konuya açıklık getirmek amacıyla ilişikteki kısa notu dikkatinize sunmak isterim.
Sayın Başbakanımızın önderliğinde ve talimatları doğrultusunda, vatandaşlarımızın bu önemli sorununu çözmek konusunda her türlü gayreti gösterme konusunda kararlıyız. Elbette her konuda olduğu gibi bu süreci de milli menfaatlerimize uygun olarak yürütmek üzere ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşlarımızla işbirliği içinde çalışıyoruz. Bu süreçte, hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, milli menfaatlerimize ters düşecek herhangi bir duruma en üst seviyede hassasiyetle yaklaşılacak ve gerekli tutum benimsenecektir. Nitekim, Geri Kabul Anlaşmasında, Anlaşmanın “12 Eylül 1963 tarihli Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Türkiye arasında Ortaklık kuran Anlaşmanın hükümlerine, ek protokollerine, ilgili Ortaklık Konseyinin kararlarının yanı sıra Avrupa Birliği Adalet Divanının ilgili içtihadına halel getirmeyeceği” açık ve net olarak kayda geçirilmiştir.
Bu çerçevede, vize muafiyeti konusunda gösterdiğimiz çabaların sizler tarafından da destekleneceğine inanıyorum.
Egemen Bağış
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci
T.C.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI
EK:
VİZE MUAFİYETİ SÜRECİ VE ORTAKLIK HUKUKUNDAN KAYNAKLANAN HAKLARIMIZ HAKKINDA NOT
Son dönemde, Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri çerçevesinde vize muafiyeti süreci ile ilgili olarak ortaya çıkan gelişmeler ve bu gelişmelerin ortaklık hukukundan kaynaklanan haklarımıza etkisi konusunda bazı görüş ve endişeler ifade edildiği görülmektedir.
- İleri sürülen hususların başında, ortaklık hukukundan kaynaklanan hakların Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) kararları yoluyla hayata geçirilmesi suretiyle tüm vatandaşlarımıza tüm üye devletler bakımından vizesiz giriş imkânı sağlanacağı gelmektedir.
Oysa, ortaklık hukukundan kaynaklanan haklarımızın kullanılması suretiyle bütüncül bir çözüme kısa vadede ulaşılması aşağıdaki gerekçelerle mümkün görünmemektedir:
- Bilindiği gibi, Türk vatandaşlarının serbest dolaşımına yeni kısıtlama getirme yasağı ile ilgili ABAD kararlarının hukuki dayanağını Katma Protokolün 41/1. ve 1/80 sayılı Ortaklık Konseyi Kararının 13. maddesi oluşturmaktadır. Ancak, söz konusu maddelerin kapsamına sadece iş kurmak veya hizmet sunmak isteyen veya işçi olarak çalışmak isteyen vatandaşlarımız girmektedir. Dolayısıyla, öncelikle, “yeni kısıtlama getirme” yasağından yararlanacak kişi kategorisi bakımından bir sınır söz konusudur ve ilgili kişiler bu kategorilerden birine girdiklerini ispatlamak zorundadır (Hizmet alıcılarının durumu konusunda ABAD önündeki Demirkan davasının sonuçlanması beklenmektedir).
- Bunun yanı sıra, yeni kısıtlama getirme yasağı, her bir üye ülke için, Katma Protokolün kendisi bakımından yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlamaktadır. Bu tarih ilk dokuz üye ülke bakımından 1 Ocak 1973, diğer ülkeler bakımından ise, sırasıyla 1981, 1986, 1995, 2004 ve 2007’dir. Söz konusu yasak, her bir üye ülke bakımından ilgili tarihte yürürlükte olan mevzuat esas alınarak değerlendirildiğinden, bazı üye ülkeler ilgili tarihte söz konusu kişi kategorilerine vize uygulamazken, bazıları uygulamaktadır. Dolayısıyla, ikinci olarak, üye ülkeler bakımından bir sınır söz konusudur (Vize bakımından “yeni kısıtlama getirme” yasağı kapsamında olan ülke sayısı konusunda tam bir belirlilik olmamakla birlikte, her halükarda Schengen alanındaki tüm ülkeleri kapsamadığı açıktır).
- Bu çerçevede, “yeni kısıtlama getirme” yasağının yürürlüğe girdiği tarihte kapsama giren Türk vatandaşlarına vize uygulamakta olan ülkeler bakımından, söz konusu vize uygulamasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Zira, ilgili üye ülkenin yükümlülüğü, kapsama giren Türk vatandaşlarına ilgili tarihte uygulamakta olduğu vize rejimini daha sıkı hale getirmemekten veya sonraki tarihlerde daha elverişli bir rejim benimsemişse bundan geriye dönmemekten ibarettir.
- Öte yandan, uygulama konusunda da sıkıntılar mevcuttur. Ortaklık hukuku çerçevesinde ABAD veya ulusal mahkemeler tarafından vatandaşlarımız lehine verilen kararların, ilgili ülkelerde etkili ve yeknesak bir şekilde uygulamaya geçirilmediği görülmektedir. Nitekim, söz konusu yargı kararlarına rağmen, ilgili ülkelerin çoğunda vatandaşlarımız hâlâ vize almak zorunluluğuyla (veya zahmetli ispat prosedürleriyle) karşı karşıyadırlar.
- İleri sürülen ikinci husus ise, kısa süreli vize muafiyeti sürecinin başlatılmasının ortaklık hukukundan kaynaklanan haklarımızdan vazgeçmek anlamını taşıyacağıdır.
Oysa, söz konusu olan, ortaklık hukuku çerçevesinde bütüncül ve etkili bir biçimde kullanma imkanı bulamadığımız haklardan bir bölümü için daha pratik bir çözüme başvurulmasından ibarettir. Şöyle ki:
- Vize muafiyeti süreci yolundan gidildiğinde, herhangi bir kategoriye girildiğinin veya seyahat amacının ispatına gerek kalmaksızın, biyometrik pasaport hamili tüm vatandaşlarımız Schengen alanına dâhil üye ülkelerin tümüne 3 aylık vizesiz giriş imkanından yararlanabilecektir.
- Buna ilaveten, vize muafiyeti süreci, ortaklık hukundan kaynaklanan diğer haklarımızın hayata geçirilmesine herhangi bir engel oluşturmamakta ve bu yöndeki hukuki mücadelenin devam etmesi gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır. Zira, üye ülkelerde iş kurmak veya işçi olarak çalışmak isteyen vatandaşlarımız vize muafiyeti sürecinin kapsamında değildir.
- Türkiye ile AB arasında imzalanması gündemde olan Geri Kabul Anlaşması’nın (GKA) bazı hükümlerinin Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın haklarını geri götürme tehlikesi içerdiğine ve GKA’da yer alan “üye devletlerden birinin topraklarına girme, bu topraklarda bulunma veya ikamet etme koşullarını karşılamayan veya artık karşılamaz hale gelenler” ifadesinin geniş ve muğlak olduğuna, Avrupa’da ikamet eden ve çalışan Türk vatandaşlarının işlemlerinde en ufak bir aksilik olması halinde sınır dışı edilebileceğine ve bu durumun kazanılmış haklarımızı geriye götürebileceğine yönelik eleştiriler bakımından da aşağıdaki hususların belirtilmesinde fayda görülmektedir:
- GKA’nın 18/2. maddesinde, Anlaşmanın, taraflardan birinin topraklarında yasal olarak ikamet etmiş/etmekte ya da çalışmış/çalışmakta olanların hakları da dâhil olmak üzere, Ankara Anlaşması’nda, ilgili Ortaklık Konseyi Kararlarında ve ABAD’ın ilgili içtihadında öngörülen hak ve yükümlülüklere tam olarak saygı göstereceği belirtilmiştir.
- GKA’nın sonunda yer alan vize politikası alanındaki işbirliğine ilişkin Ortak Deklarasyon’da ise, ABAD’ın, Katma Protokol’e dayanarak Türk hizmet sunucularının haklarıyla ilgili olarak verdiği Soysal/Savatlı ve ilgili diğer kararlarının etkili bir şekilde uygulanmasını sağlamak başta olmak üzere, vize politikası ve ilgili alanlarda işbirliğinin kuvvetlendirilmesine yer verilmiştir.
- Yukarıda belirtilen hususlar çerçevesinde, üye ülkelerdeki vatandaşlarımızın ortaklık hukukundan kaynaklanan haklarına halel gelmeyeceği açıktır.