//Hollanda’da yeni dönem ve HTİB’in önerileri

Hollanda’da yeni dönem ve HTİB’in önerileri

Efes’li Filozof Herakleitos’un, ‘değişmeyen tek şey değişimin bizzat kendisidir’ demesinden buyana 2500 yıl geçti. Bu sözün ne kadar doğru olduğunu bugün daha iyi görüyor ve anlıyoruz. Dünyamız ve yaşadığımız ülke Hollanda biteviye değişiyor. Belki bugünkü koşullarda Herakleitos’un bu veciz tesbitine küçük bir katkıda bulunmak yanlış olmayacaktır. Dünya sadece değişmiyor, günümüzde değişimin hızı da artmaya başladı. Son yüzyılda, özellikle son yarım yüzyılda değişim o kadar hızlandı ki adeta başımız dönmeye başladı. Günlük yaşamda bile değişimin hızına yetişememeye başladık. Değişimle ilgili diğer bir karakteristik nokta, bunun sadece teknolojik değişimle sınırlı olmamasıdır. Teknolojiyle birlikte ekonomik ve toplumsal yapılar da değişmeye başladı. Doğal olarak bunun politikaya da yansımaları olacaktı ve nitekim oluyor da.

Hollanda’da son dönemde ortaya çıkan gelişmeler tümüyle bunları doğrular niteliktedir. Sadece teknoloji değişmiyor, ekonomik, toplumsal ve siyasi yapı da değişmeye başladı. Eski geleneksel partiler güç kaybediyor, yeni siyasal oluşumlar ortaya çıkıyor, eski politikacılar siyaset sahnesini terk etmek zorunda kalıyorlar, yeni simaların siyaset podyumuna arz-ı endam ettiklerine tanık oluyoruz..

Diğer bir gösterge, göçmen kökenli  milletvekillerinin, belediye meclisi üyelerinin, bakanların, politikacıların sayısının artması, hatta parti liderlerinin göçmen kökenli olabilmesidir. Biz örgüt olarak zaten uzun süredir göçmenlerin toplumsal ve siyasal yaşamda daha görünür olmasını savunuyorduk. Bu sürecin hızlanmaya başlamasını entegrasyon sürecinin gelişmesi açısından dikkate değer buluyoruz.

Peki, toplumsal ve siyasal yapı değişirken ve bununla ilgili tartışmalar yoğunlaşırken biz göçmenler olarak bu sürecin neresindeyiz? Ne yazık ki bu tartışmalarda aktif olduğumuzu söyleyemeyiz. Kimi tartışma konularının merkezinde yer almamıza rağmen göçmenlerin sesi fazla duyulmuyor. Örgütlülüğümüzün yeterli olmaması ve medyanın bizi görmemezlikten gelmesi bunun önemli nedenlerindendir. Hollanda’nın en eski göçmen örgütlerinden birisi olarak bu konuda sessiz kalmayı doğru bulmuyoruz. Bu nedenle, yeni ve genel seçimin arefesinde Hollanda’nın en acil sorunlarına yönelik görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşma gereğini duyduk. Bu sorunları şöyle sıralayabiliriz.

 1-Yoksullaşma

Hollanda’nın en acil sorunu nedir diye sorulsa çoğumuzun vereceği cevap yoksullaşmadır. CPB’nin yakın zamanda yaptığı araştırma bu gerçeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi. CBP’nin araştırmasına göre, eğer gerekli önlemler alınmazsa yoksulların sayısının kısa sürede bir milyonu aşacağı ortaya çıktı. 18 milyonluk bir ülkede bu sayı oldukça fazladır. Üstelik dünyanın en zengin on ülkesinden birisi olmakla övünülen bir ülkede bu kabul edilebilir bir durum değildir.

Yüzbinlerce ZZP’ersin düşük ücretle  ve yetersiz güvenceyle çalışmaları kabul edilebilir mi? Emeklilerin aylıklarının geçen yıl hariç yıllarca enflasyon oranında artırılmaması haksız bir uygulama değil midir? Son iki yılda enflasyon toplam olarak yaklaşık olarak yüzde otuz artarken çalışanların ve ödenek alanların gelirlerinin bunun çok altında kalması hükümetin politikalarının sonucu değil midir? Kadınların erkeklere göre ücretlerinin hâlâ düşük olduğunun ortaya çıkması utanç verici değil midir? Bu soruları uzatmak mümkündür. Buna karşılık büyük şirketlerin kârlarının olağanüstü artması gelirlerin nereye aktığını gösteriyor. Kısacası, uygulanan politikalarla zengin daha zengin ediliyor, dar gelililer ise giderek yoksullaşıyorlar. Bu politikanın sorumlusu büyük şirketlerin çıkarlarını her şeyin üstünde tutan sağ liberal çevreler ve onların peşine takılıp koalisyon hükümetlerinde yer kapmak için yarışan diğer siyasal partilerdir.

Peki, çözüm nedir?

Çözüm, ücretlerin ve ödeneklerin enflasyon oranının üzerinde artırılmasından ve şirketlerin aşırı kârlarının vergilendirilmesinden geçer. Yapılan araştırmalara göre pandemiden sonra şirketlerin kârları olağanüstü artmış durumdadır. Ekonomistlerin graainflatie olarak adlandırdığı bu durum önlenemezse yoksulluk giderek artacak demektir. Mevcut hükümetin açıkladığı önlemler ve parlamentodaki bütçe görüşmelerinde siyasi partilerin yaptığı öneriler yoksullaşma sorununu köklü olarak çözmekten uzaktır. Bu sorun palyatif, geçici tedbirlerle çözülemez. Ulufe dağıtır gibi onun bunun ağzına bir parmak bal çalarak sorunu çözemeyiz. Sosyal adaleti sağlayacak yapısal, kalıcı ve köklü tedbirler alınmadan sorunun çözülmesi olanaklı değildir. Çalışanların ve ödenek alanların gelirleri her yıl itibariyle enflasyon oranının üzerinden artırılarak soruna bir çözüm bulunabilir.

2-Sığınmacılar ve göç olayı

Göç olayı son derece karmaşık, giderek çok tartışılan ve toplumu kamplaştıran bir konuya dönüştü. Bu sorun sadece mültecilerle sınırlı bir olay değildir. Günümüzde özellikle ‘beyin göçü’ (kennis migratie) denen bir olayla da karşı karşıyayız. Bu konuda iki somut örnek konunun boyutunu anlamamıza yardımcı olabilir.

Bu yıl Hollanda üniversitelerinde öğrenim görecek olan yabancı öğrencilerin sayısının 123 bin olacağı açıklandı, Bu geçen yıla göre büyük bir artışa tekabül ediyor. Bunun nedeni sadece Hollanda üniversitelerinin kalitesi değildir, mezun olan öğrencilerin tümü ülkelerine dönmüyorlar, bir kısmı herhangi bir biçimde Hollanda’ya yerleşiyor ve kalıcı oluyorlar.

Diğer bir örnek Türkiye’den Hollanda’ya beyin göçünün boyutunu gösteriyor. 2022 yılında Hollanda’ya göçüp yerleşen Türkiyelilerin sayısı 11 bin olarak açıklandı. Yeni gelenlerin hemen hemen hepsi yüksek eğitimli ve bir yabancı dil biliyor. Bu sayının Türkiye’de ekonomik çöküntü ve baskıların artması gibi nedenlerle bu yıl ve önümüzdeki yıllarda artacağı tahmin ediliyor. Bu durum, Hollanda’daki Türkiyelilerin demografik yapısının da radikal biçimde değişeceğini gösteriyor. Elbette Türkiye örneğini konuyu somut olarak anlamak açısından verdik. Diğer ülkelerden de beyin göçü gerçekleşiyor ve olayın boyutu gittikçe büyüyor.

En başta şunu unutmamak gerekir. insanlık var olduğundan bu yana göç olayı vardır ve insanlık var oldukça da göç olayı olacaktır. Sanki bu olay yeni imiş ve göç olayı sadece Avrupa ülkelerine yönelikmiş gibi yaratılan algı yanıltıcıdır. Savaşlar, kuraklık, açlık, yoksulluk, yolsuzluk, baskılar göçün temelinde yatan nedenlerdir ve bunlar çözülmeden göç olayını kontrol altına almak olası değildir. Sınırlara duvarlar inşa ederek ya da polisiye önlemlerle göç akışı önlenemez. Kapıyı kapatsanız pencereden, pencereyi kapatsanız bacadan göçmen akışı sürecektir. 

Çözüm bir yanıyla uluslararası işbirliğinden, diğer yanıyla çağdaş, rasyonel, hümanist bir göçmen politikasından geçer. Bu anlamda bir vizyonu ve programı ne yazık ki hiç bir siyasi partide göremiyoruz. Yapılması gereken ilk iş bilim insanlarıyla birlikte ulusal bir göçmen politikasının belirlenmesi olmalıdır. Eğer bu yapılmazsa meydan ırkçı, popülist politikacılara bırakılmış olur ki sonuç bugünkü tablo gibi olur, hatta durum kontrolden çıkabilir. Göç olayı ve göçmenler sorunu politikacıların konjonktürel tutumlarına bırakılmayacak kadar önemlidir ve geniş çaplı bir ittifak temelinde ele alınmalıdır.

3-Irkçılık ve yabancı düşmanlığı

Dünyanın değişmesinin en önemli karakteristiklerinden birisi de insanların mobilizasyonun artmasıdır. Bunun sonucunda toplumların demografik yapısı değişiyor. Hemen hemen dünyada hiç bir toplum yok ki yeni gelenlerle birlikte multi kültürel bir yapıya kavuşmasın. Yeni gelenlerin artması yerleşik halkta kimliklerini kaybedeceği konusunda korkulara neden oluyor. İşte ırkçılar bu korkulardan yararlanıp yabancı düşmanlığını körüklüyorlar. Önümüzdeki süreçte insanların mobilizasyonu giderek artacağına göre ırkçılık ve yabancı düşmanlığı da artacak demektir.

Bunu Hollanda’da çok net olarak görüyor ve yaşıyoruz. Bugün parlamentoda çok sayıda yabancı düşmanı, ırkçı milletvekilinin olması bir tesadüf değildir. Konu hafifsenemeyecek kadar ciddidir ve önemi giderek artmaktadır. Irkçılığa, yabancı düşmanlığına, kadınlara yönelik ayırımcılığa, ant-semitizme, islamofobiye, LGBTQ karşıtlığına karşı kararlı ve sürekli mücadele şarttır. Merkezi ve yerel hükümetlerin bu anlamdaki insiyatifleri daha fazla desteklemesi gerekir. Bunun yanında okullardaki ders programlarında da konu işlenmeli ve çocuklarımızın, gençlerimizin ırkçılığa, yabancı düşmanlığına karşı duyarlılığı artırılmalıdır.

4-İklim değişikliği ve çevre sorunları

İklim değişikliği ve bunun yarattığı çevre sorunları yıllardır bilim insanları tarafından dile getiriliyordu. Ancak bunlar şimdiye dek pek ciddiye alınmadı. Ne zaman ki bu sorunlar günlük yaşamımızı etkilemeye başladı ve bu konudaki duyarlılık arttı, politikacılar da soruna ilgi göstermeye başladılar. Biz örgüt olarak bu duyarlılığın artmasından memnunuz. Ne var ki, bu konuda daha köklü adımlar atılmasından yanayız. İklim değişikliği ve çevre sorunlarının temel eğitimden başlayarak  bütün eğitim sisteminin müfredatına, ders programına alınmasını öneriyoruz. Çünkü bu tür insanlığın geleceğini ilgilendiren konular için yaşam tarzımızı değiştirmek olmazsa olmaz şarttır. Mevcut kapitalist tüketim toplumu hem insanlığı, hem de doğayı mahveden bir çizgide ilerliyor. Bu yaşam tarzına alışan bizler gerçeği kabullenmekte zorlanıyoruz. Mevcut sorunları aşabilmek ve yaşam tarzımızı doğanın korunmasına yönelik olarak uyarlamak ancak küçük yaştan itibaren eğitimle olanaklıdır. İş işten geçmeden bu konuya el atmalı ve okullardaki müfredat programını bu temelde değiştirmeliyiz.

5- Ukrayna’da oynanan oyunlar

İkinci Dünya Savaşı’ndan ve Bosna Hersek faciasından sonra Avrupa anakarasında tekrar savaş yaşanacağı hiç kimsenin aklına gelir miydi? Maalesef olan oldu. Ukrayna bugün bir tarafında ABD, NATO ve batılı ülkelerin, diğer tarafta Rusya’nın yeraldığı kanlı bir savaşa sahne oluyor. Bu savaşın yaratıcıları Rusya’yı kışkırtan ABD yönetimi, silah fabrikatörleri ve onların saldırgan örgütü NATO ile yayılmacı bir politika izleyen hegemonyacı Rusya yönetimidir. Ne yazık ki bunlar Ukrayna’yı bir silah atış poligonu olarak kullanıyorlar. Savaş sonucunda yüzbinlerce insan öldü, milyonlarca insan yurdunu terk edip sığınmacı olarak Avrupa ülkelerine sığındı. Savaşın boyutları bununla sınırlı değildir. Savaşı ve petrol fiyatlarının yükselmesini bahane eden şirketler ürünlerin fiyatlarını astronomik düzeyde artırdılar. Bunun sonucunda Avrupa ülkelerinde, bu arada Hollanda’da enflasyon görülmedik ölçüde arttı. Bu gelişme artan yoksulluğun nedenlerinden birisidir.

Savaşlar çözüm değildir ve olamaz. Rusya işgal ettiği toprakları terk etmeli ve barış masasına oturmalıdır. Batılı ülkeler de Ukrayna’yı silahlandırmaktan ve bir atış poligonu olarak kullanmaktan vazgeçmeli ve güvenlik kaygılarını gidermek için Rusya’ya garantiler vermelidir. Ukrayna halkı, dışarıdan müdahale olmadan kendi geleceğini kendisi belirlemelidir. Bu parametrelerde bir barış anlaşması hem savaşan tarafların, hem Avrupa ülkelerinin çıkarınadır, aynı zamanda dünya barışı için de en doğru yoldur. Biz savaşlara karşıyız ve Ukrayna halkının özgürlük mücadelesini kayıtsız olarak destekliyoruz. Bu bağlamda, Hollanda hükümeti Ukrayna’da barışın sağlanmasına yönelik diplomatik kanalların kullanılması için çaba harcamalıdır. Ukrayna’yı silahlandırmak çözüm değildir. Bu tehlikeli ve yararsız politikadan vaz geçilmelidir.

Elbette sorunlar yukarıda sıraladıklarımızla sınırlı değildir. Birçok toplumsal sorunla karşı karşıyayız. Ne var ki, acil olan sorunlarımız var ve bunlar çözüm bekliyorlar. Önümüzdeki genel seçimler bu konuda bize yeni fırsatlar sunuyor. Bir göçmen örgütü olarak bu sorunları mevcut partilerin yanında yeni oluşan partilerin de dikkatine sunmak için görüşlerimizi belirtmek gereğini duyduk. Bir kenara çekilip ‘bana ne demek’ lüksüne sahip değiliz. Bu toplumun içinde yaşıyoruz ve bu toplumun ayrılmaz bir parçasını oluşturuyoruz. Herkes gibi bizim de görüşlerimiz var ve bunları dile getirmek vatandaş olarak hem hakkımız, hem de görevimizdir. Bu görevimizi her zaman yerine getirdik ve getirmeye devam edeceğiz.

Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği (HTİB)