Türkiye’de neler oluyor?
31 Mart tarihindeki yerel seçimlerden ağır bir yenilgiyle çıkan Erdoğan iktidarının daha yumuşak bir siyaset izleyeceğini düşünenler büyük bir şok yaşıyorlar. Ankara’dan gelen haberler bunun pek nedensiz olmadığını ortaya koyuyor. Kürt siyasetçiler Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve birçok HDP parti yöneticisinin yargılandığı ‘Kobani davası’ ağır cezalarla sonuçlandı.
Diğer yandan Gezi Davası’ndan yargılanan Osman Kavala’nın tekrar yargılanması istemi beklentilerin aksine rededildi. Gezi Davası’ndan yargılanan ve ağır cezalara çarptırılan birçok kişi Avrupa İnsan Hakları mMhkemesi – AİHM’nin kararlarına rağmen yıllardır hapishanede rehin tutuluyorlar. Ulusal ve uluslararası hukuk çevreleri bu yargılamaların hukuki bir içerik taşımadığını, tamamen siyasi bir karakter taşıdağını belirtiyorlar. Kısacası, Türkiye’de yargı Erdoğan iktidarının bir sopasına dönüşmüş durumda ve muahliflere karşı acımasızca kullanılıyor. Son gelişmelerden sonra şimdi herkes haklı olarak şu soruyu: Türkiye nereye gidiyor?
Sevgili dostlar,
Eğer anımsarsanız, Türkiye’deki otoriter rejimin -eğer önlenemezse- adım adım faşizme doğru evrileceğini daha önceki açıklamalarımızda dile getirmiştik. Son gelişmeler bu görüşümüzü doğrulamaktadır. Türkiye ağır bir ekonomik bunalım içerisindedir. Hayat pahalılığı halkın, özellikle dar gelirlilerin belini büküyor. Mafya çeteleri, dini tarikatlar , ülkücü bozkurtlar yargıyı, güvenlik güçlerini, bir bütün olarak bürokrasiyi ele geçirmiş durumda. Türkiye her gün skandallarla sarsılıyor. Bu koşullarda mevcut İslami-aşırı milliyetçi iktidarın yumuşayarak kimi demokratik adımlar atacağını ummak için ya son derece saf, ya da siyasi kör olmak gerekir. Aksine, zor durumda olan otoriter rejimlerin daha da sertleşerek ömürlerini uzatmaya çalıştığına tarih şahittir. Türkiye’deki son gelişmeler bunu doğruluyor.
Peki, ne yapmak gerekir?
Otoriter rejimleri tarihin çöp sepetine gönderecek tek güç birleşik ve örgütlü mücadeledir. Son seçimler de gösterdi ki muhalif güçler iktidar blokundan daha fazla halk desteğine sahiptir. Ama ne yazık ki bu birleşik ve örgütlü bir güce dönüşemiyor. Muhalif güçler arasındaki tarihten buyana gelen ön yargılar bu konuda en büyük engeldir. Yapılması gereken gayet açık ve nettir. Bu ön yargıları aşıp muhalif demokratik tüm güçleri bir araya getirmek gerekir. Bu konuda en büyük görev muhalefetin iki büyük partisi CHP’ye ve DEM’e düşmektedir. Bu iki parti bir an önce ortak bir demokrasi platformu oluşturup, irili ufaklı bütün muhalif güçleri bir araya getirmeli ve iktidarın anti-demokratik uygulamalarına karşı bir set oluşturmalıdır.
Bu arada sendikalar, kadın ve insan hakları örgütleri, mimar, mühendis, tabip odaları, barolar ve benzeri kuruluşlar da bir araya gelmeli ve oluşacak bu demokratik platforma destek olmalıdır. Ancak böylesi kararlı ve birleşik güçle mevcut iktidar geriletilebilir ve egemenliğine son verilebilir. Aksi takdirde, geçmişte de olduğu gibi iktidar muhalif güçlerin dağınıklığından yararlanıp devletin de olanaklarını kullanarak ömrünü uzatacak yöntemleri hayata geçirebilecektir.
Son sözümüz Batı ülkelerinin yönetcilerine ve demokratik kamuoyunadır. Şunu unutmamak gerekir ki Avrupa’nın güvenliği ve esenliği Türkiye’den başlar. Demokrasisi ve ekonomisi gelişmiş bir Türkiye Avrupa’nın da yararınadır. Bu nedenle Türkiye’deki demokrasi güçlerinin mücadelesi daha aktif olarak desteklenmelidir. Ne yazık ki bu anlamda bir desteği görmekte güçlük çekiyoruz. Türkiye’yi Avrupa’dan dışlayıp sadece güvenlik konularında konuşulması gereken bir komşu olarak görmek isteyen dar anlayış Avrupa ülkelerinin yüksek tepelerinde hakim durumdadır. Bu dar anlayış bir an önce terk edilmeli, Erdoğan iktidarının anti-demokratik uygulamalarına daha yüksek perdeden ses çıkarılmalı ve demokrasi güçleri daha aktif desteklenmelidir.
Biz HTİB olarak, her zaman olduğu gibi demokratik, barışçı, gelişmiş bir Türkiye için mücadele etmeye, bu bağlamda demokrasi güçleriyle dayanışma göstermeye devam edeceğiz.
Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği (HTİB)